• Aydın7 °C

Bekir AYGÜL / Köşe Yazarı

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Bekir AYGÜL / Köşe Yazarı

MEVLANANIN DÜĞÜN GECESİ (ŞEB-İ ARUS)-1

08 Aralık 2011 Perşembe 03:52
“MEVLANA’NIN DÜĞÜN GECESİ (ŞEB-İ ARUS)-1”
 
“Sevgide güneş gibi ol,
Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,
Hataları örtmede gece gibi ol,
Tevazuda toprak gibi ol,
Öfkede ölü gibi ol,
Her ne olursan ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol.”
 
Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.Mevlâna’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled’dir. Sultânü’l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh’ten ayrıldı.
Sultânü’l-Ulemâ’nın ilk durağı Nişâbur’dur. Nişâbur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaşmıştır. Mevlana, küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.
Mevlana, babasıyle birlikte Nişâbur’dan Bağdat’a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etti. Hac farizasından sonra Şam’a, oradan Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende’ye (Karaman) geldi. Karaman’da Subaşı Emir Musa’nın yaptırdıkları medreseye yerleşti.
Konya’ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi’ni tahsis etti. Mevlananın babası Sultânü’l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya’da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’na bugünkü yerine defnedildi.
XII. yy’ın ilk yarısından itibaren Batılı seyyahların yeni sakinleri dolayısıyla artık “Türkiye” diye andıkları Anadolu, Selçuklu çağında İslam Tasavvufu’nun yoğun bir şekilde yaşandığı bir coğrafyadır. İslam Dünyası’nın doğu ucundan, Belh’ten gelen Mevlana Celâleddin-i Rûmî ile batı ucu Endülüs’ten gelen Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin buluştukları topraklardır burası. Özellikle bu iki büyük mutasavvıf ve mütefekkirin etkileri, kendi çağlarını aşarak günümüze kadar devam edegelmiştir. Keza İbnü’l-Arabî’nin manevî evlâdı ve halifesi Sadreddin-i Konevî de bu çağın büyük sûfîlerinden ve mütefekkirlerindendir.
Doğumu Allah’ın huzurundan ayrılma, ölümünü ise düğün gecesi (Şeb-i Arus) olarak gören ünlü düşünür ve mutasavvıf Mevlana, 7 asırdan bu yana insanlığın önünü aydınlatmaya devam ediyor. Mevlana’nın düşünceleri ve eserleri, bugün sadece Türkiye’de değil AB,ABD başta olmak üzere dünyanın her yerinde büyük ilgi görüyor.
Etkileri günümüze kadar devam edegelen, dünyaca tanınmış, önemli bir siması Mevlana Celâleddin, Kalenderî şeyhi Şems-i Tebrizî’nin de tesiriyle coşkulu bir tasavvufî anlayış geliştirmiş, ilişkileriyle, yazdığı eserlerle Müslim ve Gayr-i Müslim halkı, aydınları, yöneticileri derinden etkilemiştir.
Çağımızda bazı yazarlar tarafından onun bazı sözleri çarpıtılarak veya ona ait olmayan ifadeler ona maledilerek İslam’la ilgisi olmayan kendi görüşlerine dayanak gösteriliyor ise de, bizzat kendisi Kur’ân’ın kölesi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bazıları da belki günümüzdeki semâ ayinlerinin gösteriye dönüştürülmüş olmasından hareketle, ama yine aynı mantıkla Mevlana zamanında semâ, ney ve musıkînin olmadığını iddia edebilmektedirler. Hâlbuki Mevlana’nın hayatı ve eserleri bunların örnekleriyle doludur. Ancak onun cezbe hâlindeyken semâ ettiği, ney ve musikîyi, hatta bazen bir anlatım dili olan müstehcen uslûbu ilâhî aşka davet için sadece bir vasıta olarak kullandığı aşikârdır.
 Mevlana’nın günümüzde maruz kaldığı diğer bir itham da onun Moğol işbirlikçisi olduğu hakkındadır. Bu önyargılı ve ufuksuz yaklaşımın aksine, onun Moğol yöneticilerle diyalog içinde olmasının zamanla olumlu sonuçları doğurduğunu söylemek de mümkündür. O Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîhi mâ Fîh gibi bütün eserlerini zamanına hâkim olan Fars Kültürü nedeniyle Farsça yazmış olmasına rağmen sadece seçkin bir zümreye değil, toplumun her tabakasına nüfuz edebilmiştir. XIV. yy’ın Türkçe yazan büyük şairlerinden Âşık Paşa ile Yunus Emre onun görüşleri doğrultusunda yazmışlardır. Ancak Mevleviyye Tarikatı onun vefatından sonra, oğlu Sultan Veled zamanında oluşturulmaya başlanmıştır.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mevlâna’nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna’yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna’nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine, yani Allah’ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
Bu yazı toplam 1435 defa okunmuştur.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Aydın Özel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0544 8148480 | Haber Yazılımı: CM Bilişim